Konusu:

“Bilim gerçeği arayışımızda yardımcı olabilir mi?”

 Yazar Rumuzu: def7654

Eser Sıra Numarası: 24022025eser34


                                       Bilimin Gerçeklik Arayışındaki Yeri

 Bilim, fenomenlerin deneysel yöntemler veya gözlemle gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bir bilgi olarak tanımlanabilir. Gerçek kelimesinin Türk Dil Kurumunda yalan olmayan, doğruluk ve gerçeklik gibi çeşitli anlamları vardır. Kelime anlamına göre ise gerçeklik, var olan her şeydir. Başka bir deyişle hakikatin kendisidir, gerçek olandır. Somut (reel) gerçeklik insan zihninden bağımsız olarak var olan, varlığı insana bağlı olmayan, duyularla algılanabilen maddesel gerçekliklerdir. Soyut (ideal) gerçeklik ise bizzat insanın akılsal ve ruhsal yönüne bağlı olan gerçekliklerdir. Bir çınar ağacı somut gerçekliğe, matematiksel temel önermeler soyut gerçekliğe örnek gösterilebilir.

 Bilimsel bilgi açısından tanımlandığında; gerçeklik deneye konu olabilen varlıklarla ilişkilidir ve olguların genellemelerine dayalı olarak ifade edilir (tümevarım). Felsefi bilgide ise gerçeklik için duyuları aşan akıl ve ruhsal ögeler de kabul edilir. Bu durumdan hareketle somut gerçekliğin yanında soyut gerçekliğin de olduğu söylenebilir.

 Gerçekliğin bir bilgi durumunu işaret etmesi doğruluk kavramını ortaya çıkarır. Söylenen bir söz gerçeklik ile örtüşüyorsa o söz için doğrudur denilir. Bir şeyin doğru olması, işaret ettiği gerçekliğin bir kısmını veya tamamını yansıtmasıyla ilişkilidir. Doğruluk, iki anlamı olan bir kavramdır: olgusal(içerikli) ve formel (biçimsel) doğrulama. Olgusal doğrulama; bir yargının, önermenin gerçeklikle yani yöneldiği nesne ile uyuşmasıdır. “Güneş, her gün doğar ve batar.” yargısı gerçeklikle uyuştuğu için doğrudur. Buna bilgi doğruluğu da denir. Doğruluğun diğer bir anlamı olan formel doğrulama ise düşüncenin kendi içinde çelişmemesi, tutarlı olması hâlidir. “Üçgenin iç açılarının toplamı 180 derecedir.” yargısı kendi içinde tutarlı olduğu için doğrudur. Bu durumsa mantık doğrusu olarak ifade edilir.”

 Real olan ve bilimsel bir şekilde kanıtlanmış gerçeklere sadece bilim yolundan geçilerek ulaşılabilir. Bu süreç, belirli bir konuda doğru ve güvenilir bilgi edinmeyi amaçlar. Bilimsel bilgiye, ancak somut ve nicel kanıtlara sahip gözlemler, deneyler ve sistematik analizlerle ulaşmak mümkündür. Deniz seviyesinde, 1 atmosfer basınç altında su, 100°C’de kaynar. Bu doğrulama, bilimsel yöntemlerle kanıtlanmış bir gerçektir ve de doğrudur.

 İdeal olan ve kanıtlanmamasına rağmen doğru kabul edilen gerçeğe de "Tanrı, her şeyin yaratıcısıdır." ifadesi örnek verilebilir. Bu ifade, dini bir bakış açısıyla kabul edilmiş bir gerçektir. İnançlı kişilerin aklına yatmış olup, taraflarca doğru olarak kabul edilir. Ayrıca unutulmaması gereken bir önemli unsur da ideal gerçekliğin göreceli olmasıdır. Yani kişiden kişiye değişebilir, bir kişinin gerçeği bir başkası için asılsız olabilir. Olumlu ya da olumsuz bu tür bir gerçeği bilimle kanıtlamak mümkün değildir ama ilimle kanıtlamak mümkündür. Burada da ilim ve bilim arasındaki farkı bilmek önemlidir.

 İlim ve bilim hakkında genel bir tanım yapmak gerekirse, “İlim, insanın duyu vasıtaları ile elde ettiği ve içinde zan ihtimali bulunmayan yakinî bilgidir.” Bu tanıma göre, bir kişi duyuları yardımıyla gerçeğe ulaşabilir. Bilimden farklı olarak deney ve gözlem yapma zorunluluğu yoktur. Örneğin bazı kişiler bir yaratıcının varlığına duyuları yardımıyla ulaşabildiklerini öne sürmektedir. Dünyanın atmosferi insanın tam ihtiyaçlarına uygun yaratılmış olması mevsimlerin birbirini takip etmesi ve gecenin gündüzün arkasından gelmesi gibi bir çok örnek bahsedilen kişilerin gerekçelendirmeleridir. Bahsedilen unsurların insanların iyi oluşu için mükemmel bir dengeyle yaratılmış olduğunu savunurlar. Bu mükemmelliği de ancak mükemmel olan yaratabilir. Dolayısıyla Tanrı vardır. Bu argüman, dini bilgiler, felsefi görüşler ve bilimsel gözlemlerle desteklenmiştir. Ancak ontolojik ve metafiziksel bir bakış açısına dayanır. Ne ontoloji ne de metafizik bilimin konusu değildir. Sonuç olarak, bu argüman ilmin konusudur, bilimin değil.

 Bilim, gerçeği aramamızda yardımcı olabilir ancak her gerçeğe ulaşmamızı sağlayamaz. Bilim somut olan gerçeği açıklayabilir fakat insanlar sadece somutluk hamurundan yoğrulmuş heykeller değillerdir. Hatta bence insanların soyut tarafı yani manevi boyutu somut taraflarından daha zengindir. İşte tam da bu yüzden bilim her şeyi, her gerçeği açıklayamaz. Ama yazı hem somut hem soyut tarafı aktarabilir.Bu konuda yazı daha da büyük bir önem kazanıyor.

 Yazı, verileri kalıcı hale getirip aktarımını kolaylaştıran bir unsurdur. Bilimsel verileri de kalıcı hale getirmek ve aktarmak en doğru şekilde ancak yazıyla mümkün olur yani reel gerçekliği aktarma konusunda vazgeçilmez bir araçtır. Peki yazı ideal gerçekliği aktarabilir mi? İdeal gerçeklik kişinin bilgi birikimi ve düşünce yapısına göre farklı şekilde algılanabilir. Ortasında bir heykel olan ve evlerle çevrelenmiş bir mahalle meydanı düşünün. O heykele pencerelerden birçok çocuk baktıkları aynı olsa da bambaşka şeyler göreceklerdir. Her çocuğun gördüğünün farklı olmasıyla birlikte kaleme alacakları da farklı olacaktır. İşte bu yüzden de yazı ne öznel ve soyut olanı ne de ideal gerçekliği bırakın kanıtlamayı bozulmaya uğratmadan bile aktaramaz. Bu bozulmalar elbette her zaman olumsuz değildir, okuyuculara başka dünyalara götürebilir ve yeni pencereler açabilir lakin gerçek olanı bozulmaya uğratmadan aktarma hususunda yazı her zaman en doğru araç değildir. Öyleyse yazının ideal gerçekliği değişikliğe uğratmadan aktarması söz konusu olamaz yani yazıyla aktarılmış her bilgi her zaman bir delil niteliği taşıyamaz çünkü bozulmaya uğrar.

 Sonuç olarak, gerçek her ne kadar hem soyut hem somut olabilir. Somut gerçek, bilimsel bilgiler ve somut kanıtlara dayanır. Ancak, bazı metafiziksel veya dini gerçekler ise bilimsel yöntemlerle kanıtlanamayacak türden, soyut olgulardır.Yazı ise somut veya soyut farketmeksizin insanın ruhunu aktarabildiği ve hem aktarılanları kalıcılaştıran hem de aktarımı kolaylaştıran bir unsurdur fakat ideal gerçekliği aktarırken gerçeği bozulmaya uğratması kaçınılmazdır. Bu yüzden gerçeklik kanıtlanırken de yazıyla aktarılan ideal gerçekliğin bir kanıt niteliği teşkil etmesi söz konusu değildir. İşte bu yüzden bilim; somut, ölçülebilir, kanıtlanabilir ve nesnel gerçekleri aramakta yardımcı olabilir. Yani bilim her gerçeği arayışımızda yardımcı olamaz.



önceki eser