Konusu:

“Bilim gerçeği arayışımızda yardımcı olabilir mi?”

 

Yazar Rumuzu: fen-elon0000

Eser Sıra Numarası: 24022025eser15


                                                                      SAHİ HAKİKAT

İnsan, doğar, büyür, ölür. İnsan doğar; ağlayarak, gözleri ilk kez ışık görür, çaresizce etrafına bakar, henüz düşünebilme yeteneğini keşfedememiş biçimde, bir hayvandan farksızdır o anda. Çevresinden gelen uyarılara vereceği tepkileri kendisi seçemez o haliyle. İnsan büyür; yürümeye başlar, konuşmayı öğrenir, okula gider, arkadaşlar edinir, yazı yazar, resim çizer. Sonra yaşlanır; gençliğindeki halinden ırak, yavaş yürür, yavaş konuşur, gözleri görmemeye başlar, tek başına bir iş yapamaz hale gelir. Doğduğundaki halinden tek farkı düşünebilmesidir. Ölümü, yok oluşu, düşünebilmesidir. İnsanın öyle bir zamanı gelir ki tek düşüncesi ölüm olur. Yaptığı herhangi bir davranışı, söylediği herhangi bir sözü anlamsız gelir o anda. Aklında kendi içini yiyip bitiren bir düşünce dolaşıp durur: Ölüm, bana ne kadar yakın? İnsan ölür; bazılarının inançları doğrultusunda bedenleri yıkanır, bazılarınınsa yakılır, bedenleri kül olur. Bazıları toprağa gömülür. Toprak altında bedenleri ayrışır, bedenlerinde ne varsa toprağa karışır. Yıllar geçer bir zamanlar dimdik ayakta duran o bedenden geriye yalnızca toprak altında birkaç kemik kalır.

Hayat yalnız doğum ve ölümden ibarettir. İnsan doğumu ve ölümü arasına sığdırdıklarıyla hayatını sürdürür. Samuel Johnson “Bir insanın nasıl öldüğü değil, nasıl yaşadığı önemlidir.” demiştir. İnsanları birbirinden ayıran temel özellik de budur. Her insana seçenekler sunulur. İnsanlarsa seçtikleri seçeneklere göre ayrışırlar. Tüm insanlara aynı hayat verilir. Yalnız bunu değerlendirmesini bilen ve bilmeyen vardır. İnsan hangi seçeneğin doğru olduğunu nereden bilir? Doğru nedir? İnsan, hayatı boyunca gösterdiği davranışlardan ötürü bir karşılık alacak mıdır? Yoksa ölümünden sonra yaşadığı bu hayatın hiçbir önemi olmayacak mıdır? Öyleyse yaşam niyedir? Yaşamın gayesi nedir? Her gün karşılaşılan bu sorunlarla insan niçin mücadele eder? Yaşam amaçsızsa tüm bunlara katlanmanın ne anlamı vardır? Hakikat nedir? İnsanın gerçeği nedir? İnsan neden var olur? Gerçeğin gerçeği nedir? Sahi hakikat nedir?

Hakikati sorgulamak, gerçeği, var oluşu, insanı sorgulamak kolay bir iş değildir. Bu bir matematik problemi değildir ki kesin bir sonuca varılabilsin. Bir canlının varlığını sorgulamak için önce o canlıyı tam anlamıyla bilmek gerekir. İnsan vücudu hala bilinmezliklerle dolu bir cevherdir. Kalp, beyin, böbrek, kas, kemik... Birçok gizemle dolu bir vücuda sahipken hakikatin ne olduğu hakkında kesin bir sonuca yaramıyorsak kendimizi tam anlamıyla tanımıyoruz demektir. Peki kendimizi nasıl tanıyacağız?

Can Yücel’in hayat ile ilgili bir sözü vardır: “Hayat, yalnız geriye doğru anlaşılabilir; fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır.” Hayat bahsettiğim üzere çok basittir: Doğum ve ölüm arasındaki uzunluğu belirsiz süre. Ancak hayatı anlamak bir o kadar zordur. Can Yücel’in sözünde değindiği üzere eğer hayat geriye doğru yaşansaydı kolayca anlaşılabilirdi. Meydana gelen hadiselerde bir neden sonuç ilişkisi mi vardı, yoksa birbirinden bağımsız mıydı sorularına rahatlıkla cevap bulabilirdik. Ancak sözün sonunda olduğu gibi hayat ileriye doğru yaşanmak zorundadır.

İnsanlar günümüze dek hakikat arayışlarında birçok yöntem denemişlerdir. Ancak kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Öncelikle kesinlik kavramının ne olduğuna dikkat çekilmelidir. Kesin; yadsınamaz, herkesçe aynı, inkar edilemez demektir. Kesin sonuca ulaşmak içinse kanıtlama gerekir. Kanıtlama, bir deney yoluyla olabildiği gibi gözlem ile de olabilir.

Kesinlik kavramı da açığa kavuşturulduğuna göre hakikati arayışta hangi yöntemlerin etkili olabileceğine bakalım. Hakikati arayışımız sonucunda kesinliğe de ulaşmamız gerektiğinden yöntemimizde deney ve gözlem bulunmalıdır. Yalnız akıl ile düşünme gerçekleştiren filozoflar ve düşünürlerin görüşleri bir yerde sığ kalmaktadır. Çünkü en büyük eksiklikleri kanıtlanamaz olmalarıdır. İşte tam burada karşımıza varlığımızı sorgularken kullanabileceğimiz “bilim” çıkıyor.

Bilim, deney ve gözlem yolu temel alınmak üzere akıl ile harmanlanmış bir şekilde hakikat arayışımızda bizlere yardım edebiliyor. Bilim, yaptığı çalışmaları, araştırmaları hep bir dayanak üzerine oturtuyor. Sürekli güncellenen veri akışı ile objektif ve kanıtlanabilir gerçekliği gözler önüne seriyor. Örneğin, bir insanın doğumunda ağlama sebebinden tutun, yürüyebilmesi için gerekli olan koşullara kadar her şeyi kanıtlı ve akılla çelişmeyen bir şekilde açıklayabiliyor. O halde bilim, insan vücudunu bu denli açıklayabilme yetisine sahipse gerçek hakikati, sahi hakikati de açıklayabilir mi?

Beş duyu organının herhangi biriyle algılanabilen bir şeyi açıklamak basittir. Ancak konu 5 duyumuzla algılanamayan bir şeyi açıklamaksa burada deney ve gözlem etkisiz kalacaktır. Metnin başından beri kullandığım “sahi hakikat” kavramı burada açıklanmaya mecbur olmaktadır. Sahi hakikat gerçeğin gerçekliğidir. Bir durumun gerçekliği kanıtlandıktan sonra bu gerçeklik üzerine düşünülmesi gerekmektedir. Ancak o zaman saf gerçeğe ulaşılabilir. Bilim sahi hakikate ulaşmada yardımcı olabilir ancak sahi hakikate ulaşmak insanların yaşadıkları süre boyunca mümkün olmayacaktır. Ölüm kavramı diğer tüm kavramlardan ayrı tutulması gereken bir kavramdır. Ölüm kavramını açıklamak için bilim veyahut başka bir yöntem yetersiz kalmaktadır. İnsanların sahi hakikate ulaşması ancak öldüklerinde mümkün olacaktır. Ölen bir insanla iletişim kurulamayacağına göre de insanlar yaşıyor oldukları sürede sahi hakikate ulaşamayacaklardır.

Objektif bir açıdan bilimin sahi hakikate ulaşmaya ne kadar yaklaşabileceğine değinecek olursak, bilimin çalışmalarını hiçe sayamayız. Gerek insan vücudu üzerinde yapılan çalışmalar gerekse insan evrimi üzerinde yapılan çalışmalar istisnalar haricinde akıl ve mantığa uygun çalışmalardır. Ancak bahsettiğim üzere ölüm kavramını açıklamada bilimin yöntemleri yetersiz kalır. Konuya gerçeği aramada yardımcı olup olmaması açısından bakarsak kesinlikle yardımcı olacaktır. Bilim geniş bir veri havuzuna sahip olması ve yapılan araştırmaların akılla çelişmemesi yönüyle hakikat arayışında fayda sağlayacaktır.

Sonuç olarak gerçeği arayışımızda bilimin yardımları olacaktır ancak sahi hakikate ulaşmak, insanlar yaşıyorken mümkün olmayacaktır. Bilim, insanların akıllarında dönen soruların bir kısmına yanıt bulabilir ve bana kalırsa insanlar bu cevaplar ışığında ölene kadarki zamanlarını sorunsuz şekilde geçirebilirler. Ancak insanların göz ardı ettiği, aslında hayatımızı anlamlandırmada bilimi, dini veyahut birçok etmeni arkasında bırakacak önemli bir etmen daha bulunur. Kendimiz. Başarılı nörolog Victor Frankl’ın dediği gibi "Hayatın anlamı, anlamını arayan insandadır."



önceki eser / sonraki eser