Konusu:

“Bilim gerçeği arayışımızda yardımcı olabilir mi?”

 

Yazar Rumuzu: hokkabaz4525

Eser Sıra Numarası: 24022025eser02


                                   BİLİM: EVRENİN GERÇEKLERİ VE RUHUN FISILTILARI

  İnsan hayata gözlerini açtığı andan itibaren bir arayışın içine düşer. Merakla ellerini uzatır, dokunmaya çalışır ve hisseder. Merak onun için her damlası kanına işlemiş bir mürekkep gibidir. Gökyüzüne bakar ve koca koca yıldızların nasıl orada asılı kaldığını sorar. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru izler, bu hadisenin nasıl gerçekleştiğini merak eder. Kimi zaman bu merakını gidermek için mitlerin peşine düşer kimi zaman ise ilahi kudretlere yaslanır. Bu sorgulayıp merak etme yolculuğu tarihin derinliklerinden bugüne dek var olmuş ve her insanı da bir yolcusu olarak ağırlamıştır. Şüphesiz ki bu yolculuğun karanlık yollarını aydınlatan meşale de bilimdir.

  Bilim yüzyıllar boyunca insanın anlam arayışına ışık tutmuş, onu karanlığın içinden çekip çıkarmıştır. Peki ya nedir bu bilim? Bilim literatürde evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi; ilim olarak tanımlanır. Fakat bir yönüyle de tıpkı bir bilmece gibidir; ne kadar çok şeyi keşfedersiniz bir o kadar da bilinmezin içine düşersiniz. Çünkü gerçekler birbirini tamamlayan yapboz parçaları gibidir. Doğru yerleştirdiğiniz her bir parça yeni bir parçaya işaret eder. Bilimsel bilgiler de böyledir. Öğrendiğiniz veya keşfettiğiniz her bir gerçek sizi başka bir arayışın içine sürükler ve bu döngü de sürekli olarak tekrarlanır. Örneğin Newton’un başına düşen elma, yalnızca yerçekimi yasasının kapılarını aralamadı, aynı zamanda evrenin bilinmez sırlarına da açılan bir pencere oldu. Einstein ise zamanın bükülebilir olduğunu kanıtladığında yalnızca bunu ortaya koymuş olmadı, zamanın gerçekte ne olduğunu sorgulamamıza neden oldu.

  Bilim yeryüzündeki en büyük hikâye anlatıcısıdır, evrenin derinlikerine yankılanan bir sestir. İnsanın gerçeği bulma yolculuğundaki kılavuzdur. Bir yaprağın damarlarındaki klorofile isim veren, ses dalgalarının nasıl yayıldığını açıklayandır. Tarih boyunca sorulan “gerçek nedir?” sorusuna en doğru cevabı veren de yine bilimdir. Bir cismin kütlesinin nasıl hesaplanacağının formülünü bulan, gözle görülemeyen hücrelerin içindeki DNA sarmalını çözen, yer şekillerinin oluşumunu açıklayan kısacası hayatın içindeki birçok şeyi cevaplandırabilen sihirli bir sözlüktür. Ama gerçeği tamamen sunabilir mi? Her kapıyı açabilir mi? Bizi gerçekten hakikatin özüne ulaştırabilir mi, yoksa onun sadece bir yansımasını mı sunar bizlere? Güzel bir dize bırakarak cevaplandırmaya başlayalım bu soruları.

“Gökyüzüne bakmayı unutma,

Yıldızlar uzak, ama ışıkları eski zamandan kalma…

Bilim, onların nasıl oluştuğunu açıklayabilir, gezegenimizle aralarındaki mesafeyi hesaplayabilir, ne zaman öleceklerini tahmin edebilir ama bir çocuğun o yıldızı gördüğündeki heyecanını, o yıldızın altında edilen yeminleri ya da göğe bakıp kaybolmuş bir ruhun içinde yankılanan sessiz duaları işitebilir mi? Kalbin içindeki her bir damarı, ritmindeki her bir değişimi açıklayabilen bilim sevdiceğini görünce kalbi çarpan aşığın heyecanını; bir melodinin niçin insanın içini titrettiğini açıklayabilir mi? Belki de bilim, insanın aklını doyuran mükemmel bir harita çizebilir; fakat ruhun açlığını giderebilecek olan çok daha derinlere gizlenmiştir. Bu nedenle de gönlümüzün sorduğu, formüllere dayanmayan sorularımız bilimin o geniş dünyasına bir cevap bulamaz. Yaşamın anlamını, sevginin gücünü ve daha birçok soyut kavramı sunamaz mesela bizlere. Çünkü bilim gözlemlenebilir olayların peşindedir; fakat söylediğimiz gibi insanoğlunun hakikat arayışı çok daha derin, daha karmaşık, daha erişilmezdir. Belki de bilimin bu eksik kaldığı noktalarda yardımına yetişen, onu tamamlayan da sanattır, felsefedir, edebiyattır. Dostoyevski’nin kaleminde yeşeren satırlar, insan ruhunun en karanlık noktalarına ışık tutarken, Michelangelo’nun muhteşem heykelleri taşın içinden fışkıran bir ruhu hissettirebilir. Bir ressamın rengarenk fırça darbeleri, bir şairin tıpkı bir oyunmuş gibi sunduğu kelimeleri, bir müzisyenin insanın ruhunu okşayacak besteleri, belki de bilimin açıklayamadığı hakikatlerin izlerini taşır. Bilim ortaya koyduğu formüllerle düşünceleri şekillendirir, ama insanın derin hislerine anlam katamaz; bu yüzden bazı soruların cevabı yalnızca karmaşık bir denklemde değil, bir şiirin mısralarında, bir şarkının sözlerinde, yüreğinizi titreten bir bakışın derinliğinde gizlidir. Öyleyse bilim, gerçeği arayış yolculuğumuzda bize neyi verir, hangi imkanları sağlar? Kim bilir belki de hakikatin yalnızca kıvılcımını, ona giden yolu…

  Gerçek olarak nitelendirdiğimiz kavram, tek bir parçadan görülebilip anlaşılabilecek kadar küçük değil; aksine, sonsuz bir ufkun sahibi, değişen ve erişmesi zor bir deryadır. Bilim çıktığımız sorgulayış ve keşfetme yolculuğunda elimize tutuşturulan bir pusula görevi görebilir; ancak o pusulayı takip eden yolcunun kalbi, sezgileri, hayal gücü de bir o kadar lazımdır bizlere. Çünkü hararetli bir şekilde cevabını aradığımız bazı hakikatlerin cevapları ansiklopedilerin tozlu raflarında değil, ruhumuzun en derin çığlıklarında yankılanmaktadır. Bilimin ışığında ancak gönlümüzün izinde bu çığlıkları işitip en doğru şekilde karşılığını verebilmek ümidiyle…

 

önceki eser / sonraki eser