Konusu:

“Bilim gerçeği arayışımızda yardımcı olabilir mi?”

 

Yazar Rumuzu: şirine4428

Eser Sıra Numarası: 21022025eser03 


                                                                   GERÇEKTE BİLİM

Akıp giden araçlar, hep bir yere yetişmeye çalışan insanlar, geçip giden mevsimler ve aylar... Bunca hızın ve sürekli değişen koşturmacalı hayatın içinde kaç kişi gerçeği düşünür? Gerçek “gerçekten” nedir? Gözle görülen, kulakla duyulan mıdır? Yoksa olduğunu varsaydığımız şeyler de gerçek midir? Schrödinger deneyine baktığımızda; tamamen eşit iki olasılık görürüz, hangisinin gerçekleştiğini görmek için tek ihtiyacımız olan kanıttır. Yani gerçek kanıt ister. Özellikle yaşadığımız çağda teknoloji ile hemen hemen her şeyin kanıtına bir “tık” ile ulaşabilir durumdayız. Bu da elbette gerçeklik algımızı daha somut kanıtlar üzerinde yoğunlaştırır. Yine de bu, gerçekliğin bizim algımız dışında bir yerlerde de var olmaya devam etmediği anlamına gelmez. Stephen Hawking’in sorduğu “Denklemlere ateş püskürten ve onların tanımlayabileceği bir evren yaratan şey nedir?” sorusu, bizler somut gerçekliğin dışına pek kafa yormazken birilerinin aklını kurcalamış. Buradan da bilim doğmuş.

Descartes, gerçekliğin bir rüyadan ayırt edilemez olduğunu savunmuştur. Öyleyse insanların bir rüyadan uyanmaya çalışması gibidir gerçeği arayışı ve bilim uğraşı. Belki uyanmak üzereyizdir, belki hep uyandığımızı sanarak yaşayacağızdır. İşte bilim uyanmamıza, gerçeklere gözümüzü açmamıza yaklaştırır bizleri. Tabi bilimin meraktan mı ihtiyaçtan mı doğduğu tartışması sürer ama şu su götürmez ki: Bilim insanın hayatı anlamlandırma çabasındaki hep bir öteye attığı adımdır. Bilim, bir yerlerde kendi kendine var olsa da; günü saatlere bölen, karanlığı aydınlatan, bilimin bilinmesini sağlayan insanlıktır. Biz onu bulsak da bulmasak da, o sadece doğru zamanda bilinmeyi bekler. Elmalar ağaçtan hep düşüyordu ama o elma Newton’un kafasına düşmeyi bekledi, taslar suyun üstünde hep yüzüyordu ama o tas Archimedes tarafından fark edilmeyi bekledi.

Bakıldığında bilim, sağlam çelik kapı gibi görünse de gerçekliği sorgulanabilir. Isaac Newton’un kütle çekim kuramı iki yüz yıl boyunca kabul görmüşken Einstein’ın görelilik teorisinin çıkışı çelik kapımıza vurmuştur bir darbeyi. Kanıtlanabilir gördüğümüz tek şeyin, bilimin, gerçekliğinin sorgulanması onun bizi bir yere kadar götüreceğini gösterir. Bu evrende gerçekliği değişmeyecek tek şey insandır. Bilimin bir ucunun hep insana değmesi de bundandır belki de. Her bir hücremiz bir galaksi, her bir dokumuz bir evrendir. Yunus Emre “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir; sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” derken ilimin, bilimin ve en önemlisi gerçeğin; insanın kendisini bilmesinden geçtiğini vurgulamıştır. Gerçeğin kendisi bizken, onu içimizde taşırken; kendimizi tanımaktan bu kadar uzak olmamız bizi gerçekten de uzaklaştırır.

Asıl soru ise kendimizi tanıdığımızda, insana baktığımızda ne görmemiz, gerçeği nasıl görmemiz gerektiğidir. Görmemiz gereken şey; yedi farklı rengin bir araya gelerek oluşturduğu parlak beyaz ışıktır, farklılıklarda bulunan eşsiz benzerlik ve birlikteliğin gücünü veren şeydir, denklemlere ateş püskürten gerçektir. Bilim ise bu yolculukta dolaylı yoldan bize yardım eden araçtır. Güneş’in yörüngesinde sürüklenen Dünya gibi gerçeğin hep bir adım gerisinde fakat yakınında sürüklenecek, bizi de peşinden götürecektir.


önceki eser / sonraki eser