Yazar Rumuzu: reis1965
Eser Sıra Numarası: 23022025eser02
İnsan Keşfetme Arzusunun Peşinde Koşan Bir Promete’dir
Bilim ve gerçeklik ile ilgili kavramları duymaya günden güne
alışıyoruz. Bilim, realite, bilimsellik, hakikat, gerçek ve daha niceleri...
Önceden bilim adamlarının veya alim kesiminin kullandığı bu kelimeler; rutin
hayatımızda, sohbetlerimizde sıkça yer almaya ve popülarite kazanmaya başladı. “Pozitivizm”
akımının son sürat yayıldığı ve çokça benimsenmeye başlandığı bir çağda böyle
kelimelerin yaygınlaşmasını da doğal karşılamak gerekli.
Elbette bu kavramların günlük konuşma kullanan her bir kişi,
kendi anladığı, algıladığı biçimde bu kelimelere başvuruyor. Fakat bir de bu
kelimelerin bilim-felsefe alanlarındaki tanımları ve karşılıkları var. Bu
alanlarda çalışmalar yapan veya uğraş içerisinde olan insanların da sordukları
ve tartıştıkları bazı felsefi sorular var. “Bilgi nedir?”, “Gerçeklik neye
denir?”, “Bilim nedir?” veya benzeri sorular üzerine felsefeciler ve sosyal
bilimciler tartışmakta, çeşitli değerlendirmeler yapmaktadırlar. Bu sorulardan
bir tanesi de yazının da konusu olan “Bilim, gerçeği arayışımızda yardımcı
olabilir mi?” sorusudur.
İnsanoğlu, geçmişten günümüze sürekli sorular sormuştur.
Doğayı, canlıları, hayatı veya kendisini hep merak etmiş, sormuş ve sorgulamıştır.
Hep bir bilme, öğrenme, keşfetme, bulma, anlama arzusuyla yaşamıştır. Bilginin,
gerçeğin peşinde adeta bir Promete olmuştur. Gerçeği bulma arzusundaki insan, sorduğu
sorulara çeşitli cevaplar vermiş, bazı inanışlar geliştirmiştir. 16-17. Yüzyıllardan
sonra ise bu cevaplara bir yenisi daha eklenecek ve bu cevap “Bilim” olacaktı. Öyle
ki, o zamana dek felsefecilerin gerçeği arayışları sırasında ortaya koydukları bilme
yöntemlerine hiç benzemiyordu bilim. Diğer yöntemlerden daha farklı ve yepyeni
bir şeydi.
“Bilim, gerçeği arayışta yardımcı olabilir mi?” sorusuna cevap
vermeden önce, bilim ve gerçek kavramlarını biraz daha açıklamamız, incelememiz
gerekir. Bilim; belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen
sistemli ve kanıta dayalı bir bilgi edinme yöntemidir. Bilim, mantığa uygun ve olgusaldır.
Nedenseldir, sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Gözlenebilir ve denenebilirdir. Nesneldir,
öznel olan duygu ve düşüncelerden arınmıştır. Tarafsız ve objektiftir. Deliller
neticesinde hareket eder ve kanıtlanabilirdir. Kendi kendini geliştirebilir. Doğrulanabilir
veya yanlışlanabilirdir.
Gerçek kavramı ise; varlığı inkar edilemeyen, olgu durumunda
olan şeyler için kullanılır. Gerçeklik nesnel olmalıdır, öznel olan bir şey gerçek
değildir. Gerçek olanı kavrama olayı duruma göre değişiklik gösterebilir. Bazı
gerçeklikleri kavrayabilmek için duyularımız yeterli olurken, bazen çeşitli
akıl ve mantık yürütme yöntemlerini kullanırız. Örneğin, kar bir gerçekliktir.
Karın varlığını görerek veya hissederek bulabiliriz. Yerçekimi Kanunu da bir
gerçektir, fakat duyularımız bu gerçeği algılamak için yeterli olmaz. Bu
gerçeği bulmak için çeşitli teknikler veyahut bu teknikler ışığında hareket
eden bilime başvurmamız gerekmektedir.
Bilim ve gerçeklik işte tam burada
karşılaşır, ilişkili olurlar. Bilimin gayesi; gerçeği, gerçeklikleri bilimsel
yöntemler ile araştırır ve gözler önüne serer. Bilimin doğruladığı ve
kanıtladığı bilgiler artık bilimsel bilgidir ve gerçektir. Bilim sayesinde
gerçek, insan zihninde anlam kazanmış olur.
Bilim, gerçeği arayışta bizlere elbette yardımcı olur. Amacı
gerçeği bulmak ve açıklamak olan bir sistemin, gerçeği bulmakta bize yardımcı
olmaması söz konusu olamaz. Bir zamanlar insanoğlu, dünyanın düz olduğuna
inanıyordu. İlerleyen süreçte ise bilim, bu dogmanın yanlış olduğunu, dünyanın
şeklinin elips olduğunu kanıtladı. Yanlış bilinen bir gerçeğin doğrusunu
insanlara açıkladı. Bilim sadece yanlış olanı düzeltmek ile kalmaz, bilinmeyen
gerçekleri de ortaya çıkarabilir. Kütle Çekim Kanunu’nun bulunması, yerinde bir
örnek olacaktır.
Modernleşmenin en yoğun yaşandığı dönemler olan 19-20.
Yüzyıllarda birçok düşünce akımı ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi, beyazların
üstünlüğünü savunan ve insanları tabakalaştırmayı, sınıflara ayırmayı
hedefleyen ırkçılık akımıdır. Avrupa halkının özelliklerini üstünlük
belirtisiymiş gibi lanse eden bu akım, Avrupaî ırkın diğer ırklardan üstün
olduğunu söyleyen bir bilgi safsatası idi. Bu bilgiler üzerine inşa edilen
ideolojiler 20. Yüzyılda insanları korkunç savaşlara, felaketlere sürükledi. Bu
çürük bilgilerin sonunu getiren ise bilim oldu. DNA’nın keşfedilmesi üzerine,
insan yapılarının geçmişte ve günümüzde birebir aynı olduğu gün yüzüne
çıkarıldı. İnsanlar sadece yaşadıkları topluma adapte oluyor ve uyum
sağlıyorlardı. Siyah ve beyaz derili olan her insanın atası geçmiş bir noktada
birleşiyordu. Bu da keşfedilmemiş olan bir gerçekti, ve bu gerçeği bulmamıza
bilim vesile olmuş oldu.
Bilimin gerçeği arayışta biz insanlara yardımcı olmuştur ve
olmaya da devam edecektir. Gerçeğe ve gerçeklere ulaştıkça insan hem kendi
varlığını hem de diğer varlıkları daha iyi anlamlandıracaktır. Yazımı, Hacı
Bektaş-ı Veli’nin şu sözleriyle noktalamak istiyorum: “Bilim, gerçeğe giden
yolları aydınlatan ışıktır.”