Konusu:

“Bilim gerçeği arayışımızda yardımcı olabilir mi?”

 

Yazar Rumuzu: septiktürk1881

Eser Sıra Numarası: 20022025eser02


                                                     GERÇEKTEN “GERÇEK” MİYİZ?

Hepimiz, kendimizce doğru saydığımız veya başkalarından öğrenerek doğrudur dediğimiz düşüncelere inanarak ve hayatımızı o düşüncelere göre şekillendirerek yaşıyoruz. Bazılarımız bu düşünceleri sorgulayarak inanıyor, bazılarımız düşünmeden inanıyor ama sonuç itibariyle bu düşünceler yani kendi zihnimizde şekillendirdiğimiz “gerçek algısı” bizim hayatımız oluyor. Peki, bu inandığımız şeyler gerçekten “gerçek” mi? Kendi zihnimizde yarattığımız bu gerçeklik algısı ne kadar doğru? İşte tam da bu noktada bilim devreye giriyor.

Bilim, bize inandığımız şeyleri sorgulama, test etme ve gerçeği bulma imkânı sunar. Çünkü bilim, duyguların veya ön yargıların değil; kanıtların ve gözlemlenebilir gerçeklerin peşinden gider. Misalen, tarih boyunca insanlar Dünya’nın düz olduğuna inanıyordu. Bu inanç, gözleme dayalı basit bir algıydı. Ufka baktığımızda Dünya düz görünüyordu. Ancak bilim, bize bu algının ötesine geçme fırsatı verdi. Astronomi ve matematik bilimi sayesinde Dünya’nın yuvarlak olduğu kanıtlandı. Bu, bilimin bize gerçeği bulma yolunda nasıl rehberlik ettiğinin en güzel örneklerinden biridir.  

Bilim, aynı zamanda bizi “mutlak gerçek” arayışında mütevazı olmaya davet eder. Çünkü bilimsel bilgi, her zaman yenilenmeye ve gelişmeye açıktır. Bugün doğru kabul ettiğimiz birçok şey, yarın yapılacak yeni bir keşifle değişebilir.  Özellikle son yüzyılda bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hızı, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir ivme kazandı. Örneğin, 20. yüzyılın başında atomun bölünemez olduğu düşünülüyordu. Ancak kuantum fiziğindeki gelişmeler, atomun içinde devasa bir evren olduğunu ve atomun parçalanabileceğini gösterdi. Bu keşif, sadece bilim dünyasını değil; teknoloji, tıp ve hatta felsefeyi derinden etkiledi. Bugün ise yapay zekâ; genetik mühendisliği ve uzay araştırmaları gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, bilimsel bilginin ne kadar hızlı değiştiğini ve genişlediğini gözler önüne seriyor. 

Ama bazen de insan beyni bu hızlı gelişime ayak uyduramıyor. Bu konuları araştırmaktan zevk alsak da bazen bu gelişmelerden bunalmaya başlıyor ve kendimizi başka aktiviteler yaparken bulabiliyoruz ama sonuç itibariyle değişimin bu hızı, bizi sürekli olarak yeni bilgilerle yüzleşmeye ve eski düşüncelerimizi gözden geçirmeye zorluyor. O halde bilim, gerçeği bulma yolunda her zaman yeterli midir? Elbette hayır. Bilim, insanlığın elindeki en güçlü araçlardan biridir ancak her şeyi açıklayamaz. Peki, gerçeklik bizim onu algılama biçimimizle mi sınırlıdır yoksa onun ötesinde bir şeyler var mıdır? Bu sorular, felsefenin ve bilimin ortak bir alanına işaret eder: Epistemoloji ’ye. Epistemoloji, bilginin doğası ve sınırları üzerine düşünmedir.

Bilim, gerçekliği anlamak için gözlenebilir ve ölçülebilir olgulara odaklanır. Ancak insan zihninin algı sınırları ve duyularımızın yetersizliği, gerçekliği tam olarak kavramamızı engelleyebilir. Örneğin, gözlerimiz sadece belirli bir dalga boyundaki ışığı algılayabilir, kulaklarımız sadece belirli frekanslardaki sesleri duyabilir. Bu durum, gerçekliğin bizim algıladığımızdan çok daha geniş ve karmaşık olabileceğini gösterir. Kuantum fiziği gibi modern bilim dalları, gerçekliğin klasik fizikle açıklanamayacak kadar tuhaf ve sezgisel olmayan bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Bizim algıladığımız gerçekliğin dışında başka neler vardır? Bu konuyla ilgili literatürde birçok araştırma ve içerik var. Farklı zaman ve türlerde bu konu hakkında epeyce araştırma mevcut. Bazı araştırmalara göre yaşadığımız bu dünya, bir oyun veya halüsinasyon, bazılarına göre de biz çoklu evrenlerden biriyiz. Çoklu evren deyince bazılarının aklına tek bir fikir geliyor olabilir ancak çoklu evrenlerinde birçok alt dalı var. Aslında herkesin kendince bir gerçeklik algısı ve inanmak istediği bir fikri var. Bu fikirler bazen bir dine bağlıyken bazen de kişinin kendi görüşleri oluyor. Birçok kişinin buna benzer fikirleri olsa da hiçbirinin elle tutulur bir argümanı yok. Bazen insanların kanıta ihtiyaçları yoktur, kendilerini neye inanırken mutlu hissederlerse o şeye inanırlar ve hayatlarını o şekilde yürütürler. Bilimin bu düşüncelere bir açıklık getirmesi zor görünüyor çünkü bilim, sadece bizim içinde bulunduğumuz evreni açıklarken bu konular içinde bulunduğumuz evrenin dışındaki şeylerle ilgilidir. O halde “Bilim gerçeği arayışımızda bize yardımcı olabilir mi?” sorusuna dönecek olursak sorunun cevabı gerçeklikle ne kastettiğimize bağlıdır. Eğer gerçeklikten kastımız içinde bulunduğumuz dünyaysa eninde sonunda bilimin bu gerçekliği çok daha iyi çözeceğini düşünüyorum. Özelikle birikimli olarak ilerleyen bilim sayesinde içinde bulunduğumuz bu evreni ilerleyen yıllarda çok daha iyi anlayıp çok daha iyi çözümleyebileceğimizden hiç şüphem yok.  Ancak kastettiğimiz şey, bizim evrenimiz dışında var olabilecek olan gerçeklikse bilimin o noktaya ulaşması oldukça uzun sürebilir. Çünkü bilim somut, evrensel olayları kendine konu edinmişken doğa ötesi olaylarla da ilgilenebilir fakat somut kanıt sunmaz. Somut kanıt sunmasa dahi bu ilgilenmediği anlamına gelmez.

Bu konuları düşününce insanın aklına şu soru takılıyor: Gerçekten “gerçek” miyiz?.. Sanırım bu noktada da Sokrates’in şu sözüne kulak vermek gerekiyor: “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.”



önceki eser / sonraki eser